DEĞİŞİM NEDEN İSTENMEZ?
- Psikolog Gonca BAĞLAR
- 10 Ağu 2016
- 2 dakikada okunur

Dünya var olduğundan beri sürekli bir gelişim ve değişim içinde. Bizim şu anda yaşadığımız dünya bile annelerimizin doğduğu dünyadan farklı. Bu kadar hızlı gelişebilen ve değişebilen dünyada biz hala eski kurallarla yeni bir dünyada var olma çabası içindeyiz. Değişim bize daha yaşanabilir bir dünya verecekken, değişim olmasına neden bu kadar kapalıyız? Korktuğumuz bir şey mi var?
İnsanın yapısına baktığımızda kendi dünyasında bile değişiklik yapmasının güç olduğunu görüyoruz. Çünkü değişiklik yapmak cesaret, çaba gerektirir ve sonu biraz belirsizdir, kesin değildir. Bu da kişilerde kaygı oluşturur, bu kaygıyı yok edebilmek için de bireyler değişimden kaçınırlar. Örneğin; bize sıkıntı veren bir işten ayrılmak veya şiddet uygulayan eşimizden ayrılmak daha iyi olacağını bilmemize rağmen zordur. Çünkü alıştığımızın ve gördüğümüzün dışındadır, daha iyi olacağından emin olabiliriz ama “ya olmazsa” düşüncesi bizim hayatımızda değişiklik yapmamızı engeller. Toplumlar için de bu anlayış geçerlidir, herkes belli bir durumdan rahatsızdır, değişmesi gerektiğini bilir, değişirse daha güzel olacağına inanır ancak harekete geçmez, birileri çıksın bu işi onun için yapsın diye bekler.
Bu pencereden cinsiyet rollerine baktığımızda ise değişim toplumun bir kısmına güç kaybettirecektir ve bu yüzden istenmez. Buna rağmen kadınlar iş yaşamının içinde var olmaya başlayarak değişimi başlatmıştır. Ancak eski kuralların hala geçerli olması iş yaşamında var olmaya başlayan kadında “süper kadın” olma zorunluluğu oluşturabilir. Çünkü artık sadece ev işlerinden değil, evi geçindirmekten de sorumludur. Kadın, erkeğin evi geçindirmekteki sorumluluğunu yarıya indirirken; erkek kadın için aynı şeyi yapmamaktadır, ev işleri hala kadının görevidir. Sonuç olarak karşımıza hayattan zevk alamayan, mutsuz ilişkiler ve bireyler çıkmaktadır.
Erkeklerin kadının gösterdiği cesareti gösterememesinin sebebi toplumdaki kalıp yargılardır. Örneğin; kadınlar yaşadıkları kırgınlıkları, duyguları, içsel çatışmaları birbirleriyle paylaşırlar, çoğu erkek bunu dedikodu olarak adlandırır ve bunu hoş karşılamaz, önemsemez. Ancak bu aktiviteyi olumlu değerlendiren, paylaşmanın insanları birbirine yakınlaştırdığı düşüncesine inanan bir erkek toplumdaki kalıp yargılar yüzünden bu düşüncesini dile getiremez, diğerleri gibi düşünüyormuş gibi yapmaya devam eder.
Diğer bir yönden toplumsal deyişle “erkek gibi bir kadın” bu özelliklerinden dolayı kendisini suçlu hisseder, araba kullanmayı çok sever, işi olsun ister ancak yine kalıp yargılar yüzünden şoför olmayı aklından geçiremez.
Erkeklerin bu denli kapalı olması, duygularını paylaşmaması onlara küçüklüğünden itibaren öğrettiğimiz “erkek adam ağlamaz, erkek gibi dur” gibi sözlerden kaynaklanır. Bu kişiler yetişkinlik dönemlerinde de iş, aile ile ilgili problemler yaşayabilir, sorunların üstesinden gelemeyebilir ancak kesinlikle psikolojik yardım almaktan kaçınır, çünkü küçükken öğrendiği erkek figürü sorunlarını kendisi halleder, birinden yardım isterse de zayıf ve yetersiz görünür. Bu düşüncelerle ve bastırmalarla birlikte de erkek olan insan şiddetin her türünü günlük yaşamında isteklerini elde etmek, sorunlarını halletmek için kullanır.
Psikolog Gonca BAĞLAR
Comments